Türkiye, çok katmanlı bir tarihsel mirasa, çok kültürlü bir toplumsal yapıya ve zengin bir medeniyet birikimine sahip bir ülkedir. Bu coğrafyada Türkler, Kürtler, Araplar, Çerkesler ve daha birçok halk, asırlardır aynı topraklarda kader birliği yaparak yaşamıştır. Ancak ne yazık ki son yüzyılda bu kadim kardeşlik anlayışı, hem iç dinamiklerdeki eksiklikler hem de dış müdahaleler sonucunda yara almıştır. Bu bağlamda, Kürt sorunu ve PKK kaynaklı güvenlik meselesi, sadece siyasi bir problem değil, aynı zamanda sosyolojik, kültürel ve ahlaki bir meseledir. Dolayısıyla çözümü de çok boyutlu, adil ve insani bir yaklaşımla mümkündür.
Toplumlar arası barışın sağlanabilmesi için yalnızca hukuki düzenlemeler değil; samimi bir anlayış, karşılıklı saygı ve toplumsal hafızanın onarımı gerekir. Kardeşlik kavramı, yalnızca aynı dine inanmak ya da aynı vatanı paylaşmakla değil; adaletle, empatiyle ve birlikte yaşama iradesiyle anlam kazanır. Kürt halkının yıllardır dile getirdiği kültürel ve kimlik temelli talepler, ayrılıkçı değil; eşit yurttaşlık temelinde bir beraberlik arzusudur. Bu talepleri yok saymak, sorunu daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramaz.
Bu toprakların bir evladı, bir Kürt yazar olarak konuşuyorum. Dört Kürtçe kitap kaleme aldım. Amacım; kültürümüze sahip çıkmak, gençlerimizin kendi kimliğini doğru kaynaklardan öğrenmesini sağlamak ve onları dış güçlerin manipülasyonuna karşı korumaktır. Çünkü kültürüne sahip çıkan bir genç; ayrılığı değil birliği savunur, silahı değil kalemi seçer, öfkeyi değil merhameti kuşanır. Bu çabanın altında yatan düşünce, yalnızca kültürel değil; aynı zamanda ahlaki bir sorumluluktur.
Kalıcı Barışın Şartı: Karşılıklı Güven
Barış, sadece silahların susması değil, toplumun tüm kesimlerinin birbirine güven duymasıdır. Bu güveni tesis etmek, geçmişin hatalarıyla yüzleşmeyi, eşitliği esas alan politikalar geliştirmeyi ve her vatandaşın kendini bu ülkenin asli unsuru olarak hissetmesini sağlamayı gerektirir. Barış, zayıflık değil, bilgeliktir. Güç, bastırmakta değil, onarmaktadır. Asıl erdem; farklılıkları tehdit değil, zenginlik olarak görebilmektir.
Ortak Vatan, Ortak Gelecek
Bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin alın teri, emeği ve fedakârlığı vardır. Ortak vatan bilinci, bir etnik grubun diğerine tahakkümünü değil; eşit hak ve sorumluluklarla bir arada yaşama iradesini içerir. Türkiye, ancak tüm vatandaşlarını eşit ve onurlu bireyler olarak tanıdığında gerçek anlamda güçlü bir devlet olabilir. Bu anlayışla bakıldığında, Kürt meselesi bir bölünme sorunu değil; bütünleşme fırsatıdır.
Bu ülkenin barışa, adalete ve karşılıklı anlayışa her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Kutuplaşma yerine diyalog, dışlama yerine kucaklama, inkâr yerine tanıma tercih edilmelidir. Bu yangını söndürecek olan şey; sadece kanun değil, aynı zamanda kalpten gelen bir kardeşlik duygusudur.
Bugün bu yazıyı, bir yazar, bir Kürt, bir Müslüman ve bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kaleme alıyorum. İnancım odur ki: Bu topraklarda herkesin huzurla yaşayabileceği bir düzen mümkündür. Ve bu düzen, ancak samimi bir barış iradesiyle, hakkaniyetli bir anlayışla ve ortak bir gelecek inancıyla kurulabilir.
Çözüm Önerisi: Kur’an Merkezli Uluslararası Bir İnisiyatif Mümkün mü?
Barışı sağlamak için sadece iç hukuk ve siyasi adımlar değil, manevi ve ahlaki temelli bir yaklaşım da kaçınılmazdır. Bu bağlamda, İslam dünyasının ortak vicdanı sayılabilecek bir girişim, belki de bu meseleye yeni bir boyut kazandırabilir. Özellikle İslam’ın barış, adalet ve hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde; dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan muteber İslam âlimlerinden oluşacak bağımsız ve ilmi bir kurul (necle), bu sürece katkı sağlayabilir.
Bu kurul, herhangi bir siyasi ajandaya değil, Kur’an’ın temel hakikatlerine ve İslam ahlakının evrensel ilkelerine dayalı bir çözüm vizyonu sunabilir. Silahların değil, nasihatlerin konuştuğu; öfkenin değil, hikmetin öne çıktığı bir süreç için bu tür bir dinî hakemlik kurumu, hem Türkiye'deki Müslümanlar hem de bölgedeki tüm halklar açısından güven telkin eden bir yol olabilir.
Kur’an’ı hakem kabul etmek, tarafları bir araya getiren değil; aynı zeminde buluşturan bir tutumdur. Nitekim tarih boyunca İslam toplumlarında yaşanan iç çatışmaların çözümünde de bu yöntem birçok defa başarıyla uygulanmıştır. Bugün de aynı bilinçle hareket edildiğinde, ortaya sadece bir siyasi uzlaşı değil, kalıcı bir toplumsal barış çıkabilir.
Bu bağlamda, Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam İşbirliği Teşkilatı, ve dünyaca tanınan İslam alimleriyle iş birliği içerisinde kurulacak böyle bir necle; çatışmanın manevi boyutunu dikkate alarak, kardeşlik hukukunu yeniden ihya edecek bir barış dili inşa edebilir. Bu girişim, yalnızca Türkiye için değil, tüm İslam coğrafyası için örnek bir model olabilir.
Çünkü biz birlikte güçlüyüz.
Ve bu yangın, ancak kardeşlikle söner.