Tarih sadece savaşların, antlaşmaların ve zaferlerin kronolojik sıralaması değildir. O, aynı zamanda ümmetin inancını, ahlakını ve dirayetini yansıtan bir ayna gibidir. O aynaya baktığımızda, Batı Trakya’nın kaybı karşımıza yalnızca askerî ya da siyasî bir mağlubiyet olarak çıkmaz; bu toprak parçasının elden gidişi, aslında ümmetin taşıyamadığı bir emanetin dramıdır.
Batı Trakya, Osmanlı'nın Avrupa kıtasındaki fetihlerinin üs noktası, İslam medeniyetinin adaletle kökleştiği bir coğrafyaydı. Camileriyle, medreseleriyle, vakıflarıyla, kervansaraylarıyla sadece bir yerleşim bölgesi değil; bir medeniyet tasavvurunun yaşandığı mekândı. Ne var ki, tarihin dönüm noktalarından biri olan 1828 Osmanlı-Rus Savaşı, bu bölgenin kaderini değiştirmiştir.
1828 yılında, İngiltere’nin kışkırtmalarıyla Rusya Osmanlı’ya savaş açtı. O sırada Batı Trakya Osmanlı hâkimiyetinde, Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu, nispeten istikrarlı bir bölgeydi. Savaşın cephedeki gidişatı Osmanlı lehine gelişmese de, yetersiz de değildi. 30 bin asker aktifti, 40 bin asker yedekteydi. Lakin 1829 Edirne Muâhedesi ile, mücadele masada kaybedildi. Edirne işgal edildi, Yunanistan’a bağımsızlık verildi ve Batı Trakya parçalandı.
İşte bu noktada İslam’ın şu ilkesini hatırlamak gerekir:
“Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.”
(Nisa, 4/58)
Bu emanet; bir toprak, bir halk, bir medeniyet ve bir inançtı. O emanetin ehline verilmemesi, liyakatin yerine çıkarların ve gafletin geçmesi, bugün hâlâ hissettiğimiz sarsıntılara sebep oldu.
İman Zaafı ve Emanet Sorumluluğu;
Kur’an’da bildirilen şu ayet Batı Trakya’nın kaybının temel nedenine işaret eder:
“Bir kavim kendini değiştirmedikçe, Allah da onların durumunu değiştirmez.”
(Ra’d, 13/11)
Toplumun ahlakî ve imanî yapısı zayıflamış, yöneticiler dünyaya meyletmiş, ümmet şuurundan uzaklaşmıştı. Böyle bir zeminde Allah’ın yardımı da geri çekildi. Sadece Rusya'nın kılıcı değil, ümmetin kendi zaafı da bu kaybın mimarıydı. Savaş meydanındaki cesaret, masadaki hikmetle tamamlanmadı. Ve o topraklar, ümmetin hafızasında kanayan bir yara olarak kaldı.
Batı Trakya’nın kaybı bize açıkça şunu öğretmiştir:
Toprak, sadece fiziksel bir alan değil; imanın, adaletin ve kimliğin vatanıdır.
Vatanı korumak, önce kendini, sonra neslini korumakla başlar.
Zafer, sadece askerle değil, ahlakla ve liyakatle gelir.
Bir milleti yıkan, dış düşmandan çok, içteki çöküştür.
Bugün hâlâ Batı Trakya’daki Müslüman azınlığın yaşadığı kimlik mücadelesi, geçmişteki bu kaybın devam eden bir gölgesidir. Ezan hâlâ okunuyorsa, bu onların sabrı ve Allah’ın lütfudur. Ama sabır da destek ister; ümmet bilinciyle, birlik ruhuyla, emanete yeniden sahip çıkma gayretiyle.
Emanete Sadakat, Zaferin Anahtarıdır
Bugün elimizde kalan her karış toprak, her minareden yükselen ezan, her camide saf tutan mümin; bize şunu hatırlatıyor:
“Eğer Allah’a yardım ederseniz, O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.”
(Muhammed, 47/7)
Batı Trakya sadece bir toprak parçası değil, bizden sadakat bekleyen bir emanetti. O emanete hakkıyla sahip çıkılamadı. Fakat bu kayıptan alacağımız derslerle, yeni bir diriliş mümkün. Bu da imanla, ahlakla, birlikle ve ihlasla olur. Çünkü vatanı korumak, önce Allah’a verdiğimiz sözü tutmakla başlar.
Selam ve Dua ile
Zübeyt BOZKURT