Dış politika, yalnızca ülkeler arası resmi yazışmalar, zirveler ve diplomatik protokollerle sınırlı bir alan değildir. Aslında o, görünmeyen satranç tahtasında yapılan hamlelerin toplamıdır. Kimi zaman sessiz bir diplomasi, kimi zaman yüksek sesle verilen stratejik mesajlar…

Türkiye’nin son dönemde attığı adımlar ise bu tahtada yeni bir oyunun başladığını gösteriyor.

Son haftalarda yaşanan gelişmeler, Ankara’nın bölgesel stratejisini yeniden şekillendirdiğini ortaya koyuyor. Azerbaycan ile Ermenistan arasında ABD arabuluculuğunda imzalanan barış anlaşması ve “Trump Route” adı verilen yeni transit koridor, yalnızca iki ülkeyi değil, tüm bölgeyi kapsayan bir jeopolitik dönüşümün habercisi. Bu koridor, Türkiye’nin Kafkasya’dan Orta Asya’ya uzanan yeni bir ticaret, enerji ve ulaşım hattının merkezinde konumlanmasını sağlayacak.

Bu gelişme, tarihi İpek Yolu’nun modern bir versiyonu gibi düşünülebilir. Ancak burada fark, artık taşınan malların yanında stratejik güç, siyasi nüfuz ve diplomatik prestij de taşınıyor olmasıdır. Ankara’nın bu süreçteki rolü, onu yalnızca “köprü ülke” olmaktan çıkarıp, “yolun sahibi” konumuna taşıyabilir.

Suriye sahasında ise tablo çok daha karmaşık. Yıllardır süren savaşın ardından oluşan güvenlik boşlukları, terör yapılanmaları ve milyonlarca insanın yerinden edilmesi, Türkiye’nin hem sınır güvenliğini hem de uzun vadeli güvenlik stratejisini doğrudan etkiliyor. Son olarak Suriye’nin geçici hükümetiyle imzalanan savunma işbirliği anlaşması, Ankara’nın sadece kendi güvenlik endişelerini değil, bölgenin siyasi geleceğini de şekillendirme iddiasında olduğunu gösteriyor. YPG/SDF’ye “entegrasyona geçin” çağrısı ise, masadaki kırmızı çizgilerin net bir şekilde ortaya konmasıdır.

Bunlara ek olarak Afrika’da artan diplomatik temaslar, Balkanlar’da derinleşen ekonomik iş birlikleri ve Türk savunma sanayisinin ihracat hamleleri, Ankara’nın çok yönlü bir dış politika yürüttüğünün işaretleri. Artık tek bir bölgeye odaklanan değil, üç kıtaya yayılan bir strateji izleniyor.

Fakat şunu unutmamak gerekir: Dış politika hamleleri, içerideki siyasi istikrar ve ekonomik güçle desteklenmediği sürece kalıcı olamaz. Ekonomide yaşanan dalgalanmalar, demokratik standartlara dair tartışmalar ve toplumsal kutuplaşma, dış politikadaki kazanımların sürdürülebilirliğini zorlaştırabilir.

Türkiye’nin önünde çok önemli bir fırsat penceresi var. Kafkasya’da barış koridoru, Suriye’de yeniden yapılanma süreci, Afrika ve Orta Asya’da artan etki… Eğer bu dönem, kısa vadeli siyasi kazançlar için değil, uzun vadeli bir bölgesel vizyonla yönetilirse, 10-15 yıl sonra bugünü “Türkiye’nin bölgesel liderlik yolculuğunun başlangıcı” olarak anabiliriz.

Bölgesel satrançta doğru hamle, sadece taş almak değildir; oyunun sonunu görebilmektir. Türkiye’nin de bugün yaptığı hamleler, eğer doğru yönetilirse, yarının stratejik zaferlerinin temelini atabilir. Ve bu zafer, yalnızca diplomasi masasında değil, milletin geleceğinde karşılığını bulacaktır.

Bölgesel politikada atılan her adım, milletimizin geleceğini doğrudan etkiler. Türkiye, sahip olduğu stratejik konum, tarihi deneyim ve genç nüfusuyla, sadece kendi güvenliğini sağlamakla kalmayıp, komşularıyla barış ve iş birliği yolunda da örnek olma potansiyeline sahiptir.

Bugün attığımız adımlar, yarının Türkiye’sini şekillendirecek bir vizyonun parçalarıdır. Ve bu vizyonun savunucusu olarak, hem sahada hem de kalemimde Türkiye’nin güçlü ve aydınlık geleceğini işaret etmeye devam edeceğim.

Selam ve Dua İle

Zübeyt BOZKURT