KAYBEDİLEN Z KUŞAĞI
Toplum olarak bayılırız insanları gruplaştırmaya…
Kimi zaman inançlarına, kimi zaman görünüşlerine, kimi zaman ise doğdukları zaman dilimlerine göre…
Galiba bu bizim genetik yapımızda var; bizler ve ötekiler kavramlarına takılmayı çok severiz.
Bu sevgimizi, hedeflerine ulaşma noktasında gerek siyasiler gerekse marjinal gruplar yıllardır kullanıp dururlar…
Hatta bu durumu o kadar kanıksadık ki!
Kullanıldığımızı bilir, tekrar tekrar kullanılmak için insanlara yeniden fırsatlar veririz.
Dünya toplumları idealler ve bilimsel veriler eşliğinde hedeflerine yürürken bizler insani değerler üzerinden hedeflerimize yürümeyi severiz.
Anlaşılan bizler, beyinler yerine diplomalardaki eğitim seviyesini dikkate aldıkça bu durum daha çok sürecek gibi!!
Evet, gelelim günümüzün en popüler sınıflandırmasına.
2000’li yılların yepyeni gençlerine, Z kuşağı gençliğine…
Nedense bu çocuklar son zamanlarda oldukça popüler; öyle ki hemen herkesin gözü bu yeni kuşakta.
Bu gençleri arkasına almak için mücadele edenlerin sayısı artmışa benziyor.
Sebeb-i hikmeti nedir ki diye sormadan edemiyor insan?
Bu gençlerin çok cesur olmaları mı yoksa çok bilgili olmaları mı insanların bu gençlere olan ilgisini arttırıyor?
Ya da bu gençlerin henüz hayatı tanımayan safiyane duygularından mı yararlanmak isteyenler var?
Gelin, emeklerimizle! büyüttüğümüz bu gençleri biraz daha yakından tanıyalım isterseniz…
Z kuşağını, teknolojinin kucağına doğan ve teknoloji ile iç içe büyüyen gençler temsil etmektedir.
Bu kadar yoğun teknoloji; Z kuşağımızın bilgiye ulaşmasını, yönlü düşünmesini, dünyanın her köşesiyle ve her kesimden insanla haşır neşir olmasını sağlamıştır elbette.
Bu durumu eğitimi ve hedefleri için kullanacak kapasiteye sahip olup, ailesinden ve çevresinden bu doğrultuda dönütler alan Z kuşağı gençler için teknoloji çağında büyümek, büyük bir nimettir.
Dünyayı gezmeden farklı insanlarla kültürel etkileşimlerde bulunmak, bilgiye çok kolay ulaşmak, arkadaş edinmek jet hızıyla ve sıkılacak vakit bulamamak…
O kadar farklı insanlarla tanışıp hemen etkileşime geçiyorlar ki;
Farklılıklara karşı bizlerden daha hoş görülü olduklarını inkar etmek mümkün değil..
Bunlar olumlu örnekler tabii ki.
Bu gruptaki Z kuşağı gençler;
Güçlü, bilgili, hayatlarına hedeflerini oturtmuş ve teknolojik zehirlenmeden kurtulabilmiş olanlardır…
Peki, Z kuşağının tamamı böyle mi yetişiyor sizce?
İnanın, ”-Evet, böyle yetişiyor.” diyebilmeyi çok isterdim.
Ancak bizler, sayıları azımsanamayacak kadar çok olan oldukça farklı bir Z kuşağı yetiştirmeyi başardık.!
Keşke biz ebeveynler başka bir başarıya imza atabilseydik.
Bu gençlerin zevkleri, eğlenceleri, oyunları bizlerden oldukça farklı…
Bizlerin gülüşleri, ağlamaları, öfkeleri gerçekti ve her duygumuzu yüzümüzden okuyabilmek mümkündü.
Bu gençlerin ise duygularını yüzlerine bakarak kestirmek oldukça zor.
Kim bilir, belki de hissettiremediğimiz ya da yaşatamadığımız duyguları onlardan beklememiz hata.
Bizler gerçek yaşamda top ve ip peşinde koşturarak, yemyeşil çimenlerde piknikler yaparak, dağ bayır yuvarlanarak büyüdük…
Onlar ise sanal balıklar tutarak, hayali kalelere goller atarak, farmville’lerde ötmeyen tavukları yemleyerek, olmayan ağaçları budayarak büyüyorlar, gerçekte hiç olmayacak bir yaşamın içerisinde, sanal zevklerle mutlu olmaya çalışıyorlar..
Dinledikleri müzikten, yedikleri yemeğe kadar her şeyleri farklı…
Anadolu müziğimiz gitti, yerine yabancı müzikler geldi, aile sohbetlerimiz gitti, yerine ortalama 200 kelimeyle konuşan Youtuber muhabbetleri geldi.
Kültürümüz kokan ev yemeklerimiz gitti, adından bile daha hızlı gelen fast food’lar bizlerin de yeni menüsü oldu.
Yaşamlar sanala dönünce bu gruptaki Z kuşağının üzüntüleri ve mutlulukları da gerçek yaşamdan koptu;
Takip ettikleri bir Youtuber’in derdi, yanı başlarındaki analarının, babalarının dertlerinden daha çok sızlatıyor yüreklerini…
Yaptıkları bir paylaşımdan aldıkları “like” sayısı, bir annenin öpmesinden, bir babanın sarılmasından daha çok mutlu ediyor onları..
Ne ders notlarındaki düşüş ne de yaşadıkları diğer başarısızlıklar “like” alamamak kadar acıtmıyor canlarını…
Kesinlikle bizlerin Y kuşağından daha zekiler ancak bir o kadar da bizlerden daha tembeller.
Getir yemek, götür çöp, vurdum düşmanı, aldım puanı derken hayatı oturmaktan ibaret gören bir gençliği bedenen çalışkan beklemek de hayal galiba.
Bıraksanız en az 12 saat aralıksız oyun oynama kapasiteleri var.
Buna karşın dikkat süreleri 15 dk…
İlginç değil mi sizce de?
Oyun oynarken dağılmayan dikkatleri, kitapları görünce köşe bucak kaçıyor nedense…
Sosyal medyada o kadar çok varlar ki, aldıkları bir kıyafeti, yedikleri bir yemeği, izledikleri bir filmi önce oradakilerle paylaşmayı seviyorlar..
Üzücü olan da bu ya!
Yanlarında aileleri dururken ilk paydaşları, gerçekte asla yanlarında olamayacak sanal dostları…
Takip ettiğiniz ünlü bir kişi için sizin adınız sadece “ 1 takipçi”dir…
Ancak bu gençler o kadar sahiplenilmemiştir ki, o “1 takipçi” olma durumunu kabullenirler ve o grupta yer almaktan mutlu olurlar.
Koskoca bir hayat, internet eşliğinde işte bu şekilde, yavaş yavaş şekillenmiştir çoktan…
Dışarıdan şöyle bir baktığımızda;
“Sosyal ağlarla örülmüş hayatlarında bir nevi farkında olmadan hapis hayatı yaşıyorlar.” değil mi?
Teknolojinin hızına bağlı olarak hayatı da hızlı yaşayan, “BEN” merkezli bir yaşamı tercih eden (etmek zorunda bırakılan) gençler…
Zaman geçtikçe “BEN” merkezciliğin daha da arttığı bir gençlik…
Çünkü onlara sürekli olarak TEK kişilik bir hayatın cazibesi empoze edildi.
Peki, sonuç?
Gerçek yaşamdan sanal bir hayata itilen ve hapsolduğu sanal gerçekliği hayatın ta kendisi zanneden bir gençlik…
Sahi!
Ne oldu da teknolojiyle daha güçlü olabilecek bir gençliği, bizler bu kadar farklı bir hale getirmeyi başardık?
Aslında onlar küçükken;
Bizimle oyun oynamak istediklerinde şimdi olmaz deyip tabletleri ellerine verince ve onlar da susunca her şey çok güzeldi.
Bizlere soru sorduklarında çok meşgulüm deyip, telefonlarımızı emzik gibi onlara dayatınca her şey çok normaldi.
Bizimle vakit geçirmek istediklerinde onları televizyonun karşısına oturttuğumuzda hiç rahatsız olmamışlardı.
Karınları acıktığında yemek yapmayı zahmet bilip;
-Ne olacak ki, bu seferlik dışarıdan söyleyeyim, dediğimizde o yemekleri hiç seslerini çıkarmadan yemişlerdi.
Parka, pikniğe, gezmeye gitmek istediklerinde zamanımız yok deyip evlerimize oyuncaklar yığdığımızda çok güzel oynamışlardı.
E o zaman, sorun nerde?
Bunca özverimize! karşın bizler nerede hata yaptık dersiniz….