Türkiye’de siyaset, yıllardır aynı aktörlerin farklı yüzlerle sahne aldığı bir tiyatroya dönmüş durumda. Ancak bu sahneyi sessizce izleyen, ne alkışlayan ne de protesto eden bir kitle var: Yeni nesil seçmen. Bu genç kitle, çoğunlukla “kararsız” diye etiketlense de, aslında kararsız değil; umutsuz, kırgın ve mesafeli. Çünkü onlara göre siyasetin dili samimiyetini yitirdi, temsil iddiası çıkar ilişkisine dönüştü.

İslami duyarlılığı olan bu gençler için en büyük hayal kırıklığı, dinî değerlerin birer siyaset malzemesi hâline getirilmesi oldu. İnançlarını günlük hayatında yaşayan, Allah’tan korkan bir genç, siyasette bu değerin sadece oy toplama aracı olarak görülmesini içselleştiremiyor. “Yerli ve milli” söylemleri, bazen bu gençlerin kimliğini yansıtmıyor çünkü onların “millîlik” anlayışı sadece bayrakla sınırlı değil; adalet, liyakat ve ahlak gibi değerleri de kapsıyor.

Siyasi partilere baktığımızda, neredeyse tamamının ortak bir zaafı var: Dava yok, derin çıkar var. Davanın adı geçse bile, içi boşaltılmış. Milletin değil, şahsi ikbalin, parti çıkarlarının ve koltuk sevdasının peşindeler. Partiler vitrin değiştiriyor ama zihniyet aynı kalıyor. Bugün Türkiye’de Hakk’ı, adaleti, vatanın selametini önceleyen; rantla değil ilkeyle yürüyen siyasi oluşumların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Belki üç tane… Belki o da fazla.

Bu az sayıdaki parti ise ya medya ambargosu altında, ya da kendi içinde gelişememiş durumda. Fakat yine de bir umut taşıyorlar. Çünkü bu genç seçmen, artık sesi çok çıkanlara değil, samimi duranlara bakıyor. Göstermelik projeler değil, derin bir adalet bilinci arıyor. “Bize benzeyen” siyasetçi değil, bize güven veren siyasetçi istiyor.

Sosyal medyada büyüyen bu nesil, sorguluyor. Kimin ne dediğine değil, ne yaptığına bakıyor. Lafla değil, icraatla ölçüyor. Ve belki de ilk defa, bir siyasi partiye “aidiyet” duymadan oy verecek bir kuşakla karşı karşıyayız. Bu, alışılmadık ama sağlıklı bir değişim.

Artık şu gerçeği görmeliyiz: Bu nesil sustuğu için değil, görmezden gelindiği için sessiz. Ve bu sessizlik, siyasetin bugünkü hâline verilmiş en gür tepkidir.

Siyasi partilere baktığımızda, neredeyse tamamının ortak bir zaafı var: Dava yok, derin çıkar var. Davanın adı her yerde geçiyor ama içi boş, ruhu kayıp. Millet, ümmet, vatan gibi yüce kavramlar afişlerde büyük puntolarla yer buluyor; ama kapalı kapılar ardında konuşulan tek şey ihaleler, koltuk pazarlıkları ve kişisel hesaplar.

Partiler vitrin değiştiriyor ama zihniyet aynı: Kimin elini sıkarsak oy alırız, kimin gönlünü kazanırsak meclise gireriz hesabı. Hakk’ın hatırı, anca seçim vaadine dönüşecek kadar değerli. Ve böyle bir ortamda, Hakk’ı gerçekten savunan, hakikati pusula edinen siyaset hareketlerinin sayısı ne yazık ki üçü bile bulmuyor. O da abartı olabilir.

Kimi partiler var ki, kürsülerde “emanet ehline verilmeli” derken, kendi teşkilatında ehliyeti değil sadakati ödüllendiriyor. Bazıları da “adalet” diye haykırıyor ama adaletin zerresiyle bile yüzleşemeyecek bir geçmişe sahip. Bir kısmı da sadece mukaddesatçı rolü oynuyor; dillerinde ayet, gözlerinde oy sayısı.

Ve tam da bu yüzden, yeni nesil seçmen susuyor. Çünkü kalabalığın içinde hakikatin sesini duyamıyor. Çünkü çok söz var ama az duruş, çok afiş var ama az ahlak.