Bugünün Türkiye’sinde gençlik, inancı kaybetmiyor — sadece inanç kisvesi altına gizlenen kirli hesapları reddediyor. Deizm ve ateizmin gençler arasında yaygınlaşması, bir inanç kaybı değil; temsil edilen inanç modeline, özellikle de onun siyasallaştırılmış biçimine karşı derin bir tepkidir. Gençler Allah’tan değil; Allah adına konuşan, ama Allah’ın adaletini, merhametini ve tevazusunu unutanlardan uzaklaşıyor.
İktidar, yıllardır “dindar nesil” sloganıyla gençliğe din dayattı ama samimiyet sunamadı. Dinin adını sıkça andı, ama ahlakını yaşatamadı. İslam'ın temel ilkeleri olan adalet, liyakat, doğruluk ve tevazu; yerini kibirli bir dil, çıkar ilişkileri ve çifte standartlara bıraktı. Cami kürsülerinden ahlak anlatılırken, ekranlarda yolsuzluklar, kayırmacılık ve otoriterlik sergilendi. Gençler ise bu çelişkileri sadece izlemekle kalmadı, hissetti. Böyle bir düzende yetişen bir gencin “Ben bu sisteme değil, belki Tanrı’ya bile inanmıyorum” demesi bir tepki değil midir?
Ancak muhalefet de farklı bir tablo sunmuyor. Dini alanı tamamen iktidara bırakan, sekülerlik adına dini konuşmaktan korkan bir muhalefet, gençliğin inanç arayışına karşı duyarsız kaldı. Gençlerin sorduğu “Neden inanmalıyım?” sorusu boşlukta kaldı. “Nasıl inanmalıyım?” sorusuna ise hiçbir kanal sunulmadı. Böylece gençler sadece inançla değil, anlamsızlıkla da baş başa bırakıldı.
Her iki taraf da — iktidar ve muhalefet — gençliği birer kukla gibi kullanma yarışında. Seçim zamanı ellerinde pankart, sosyal medyada propagandacı, mitinglerde kalabalık tamamlayıcısı... Gençlerin fikrine değil, görünüşüne ihtiyaç duyulan bir siyaset anlayışı hâkim. Oysa gençlik; düşünen, sorgulayan, adalet isteyen, özgürlük arayan bir kuşaktır. Onları sadece oya, alkışa, görüntüye indirgeyen her yapı, onları kaybetmeye mahkûmdur.
İslam düşüncesi bu dar çerçeveyi çoktan aşmıştır. Kur’an, “Oku” emriyle başlar. Akletmek, sorgulamak, hür irade ile inanmak İslam’ın özüdür. Gazali, İbn Rüşd, Mevlana, İmam Maturidi gibi büyük düşünürler, inancı kör bir itaat değil, bilinçli bir tercih olarak görmüştür. Bugün gençlere düşen görev, sadece geçmişi taklit etmek değil, İslam’ı kendi çağlarında anlamak ve yaşatmaktır. Ancak ne yazık ki bu düşünce geleneği; ne okullarda ne medyada ne de siyasette yer bulabiliyor. Çünkü İslam, ya bir propaganda malzemesi yapılmış ya da tamamen dışlanmıştır.
Oysa gerçek İslam, dayatmaz — davet eder. Korkutmaz — düşündürür. Gençliğe değer verir. Hz. Ali’nin dediği gibi: “Çocuklarınızı kendi zamanınıza göre değil, onların zamanına göre yetiştirin.” Gençlerin çağını anlamadan onlara din anlatmak, boş bir ezberden öteye gidemez.
Bugün camilerde genç göremiyorsak, bu onların inançsızlığından değil; kendilerine samimi bir yol gösteren bulamayışlarındandır. Siyasetin aracı haline gelmiş bir din diliyle gençliğe ulaşamayız. Gösteriş için yapılan dini etkinlikler, zorunlu tutulan din dersleri, ezberci yaklaşımlar ve korkuya dayalı inanç anlatımı gençleri inanca değil, inkâra yaklaştırıyor.
İslam, yeniden özüne dönmeli. Gençlik, siyasetin değil, ahlakın ve hikmetin çağrısına kulak vermelidir. Ve bu çağrı; kürsüden değil, yaşanarak yapılmalıdır. Adaletle yönetilen, liyakatle işleyen, merhametle büyüyen bir toplumda gençlik inançtan uzaklaşmaz. Tam aksine, İslam’ı hem kalbinde taşır hem hayatında yaşar.
Son 23 yıl, Türkiye’deki gençliği şekillendiren, hem fırsatlar hem de tehditlerle dolu bir dönem olarak kayıtlara geçti. Ancak gelinen noktada, bu dönemin sonunda gençlik, daha önce hiç olmadığı kadar yalnız, belirsiz ve geleceksiz bir noktada duruyor. Oysa ki, bu 23 yıl içinde gençliği daha da ileriye taşıyan bir toplum inşa edebilirdik. Bunun yerine, birçok değer sisteminin aşındığı, kimlik bunalımının arttığı ve ahlaki pusulanın kaybolduğu bir nesil yetişti.
Bugün, geçmişe dönüp baktığımızda, 23 yıl önceki gençlik ile bugünkü gençlik arasındaki farklar gözle görülür bir şekilde açıldı. Geçmişin gençliği, toplumsal bağları güçlü, değerlerine sahip çıkan, sorgulayan ama aynı zamanda sorumluluklarını bilen bir nesildi. Oysa şimdi karşımızda, daha yalnız, daha bireyselci ve ahlaki değerler konusunda belirsizlik içinde yaşayan bir gençlik var.
Unutmayalım:
Gençliğin kaybı, sadece bir kuşağın değil; bir toplumun, bir medeniyetin, bir inancın kaybıdır.
İslam, eğer bugün gençlerin aklına ve kalbine ulaşmak istiyorsa; önce siyasetin değil, vicdanın dilini konuşmalıdır.
Selam ve Dua ile,
Zübeyt BOZKURT