Bugün kime mikrofon tutsan, derdi Gazze. Bir diğerine sorsan, gözleri buğulanarak Keşmir’den bahseder. Bir başkası Mora’yı, bir diğeri Ertirte’yi anlatır. Kalbimizin coğrafyası geniştir; ümmetin derdiyle dertlenmek imanımızın gereğidir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Muhakkak ki müminler kardeştir.” (Hucurât, 10)
Bu ayet, bize yalnızca birlikte sevinmeyi değil, birlikte üzülmeyi, birlikte ayağa kalkmayı da emreder. Lakin ne yazıktır ki bugün ümmetin acıları üzerinden bir “söylem kolaycılığına” sığınıyoruz. Hissediyoruz, konuşuyoruz ama yaşamıyoruz. Ve asıl sorun da burada başlıyor.

Gazze Yanıyor, Peki Biz Ne Yapıyoruz?

Filistin’de çocuklar bombalarla uyanırken, Keşmir’de insanlar kendi topraklarında esir yaşarken, sözde gözyaşları döküyoruz. Ama o gözyaşlarının arkasında adım yok, dua yok, infak yok, tevbe yok. Sadece tepki var. Oysa Rasulullah (s.a.v.) buyurur: “Sizden bir kötülük gören onu eliyle düzeltsin; buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, İman, 78)

Biz bu kötülükleri kalbimizde bile hissedemeyecek hâle geldik. Çünkü kalplerimiz dünya ile dolmuş. Bir yandan Gazze için “kahrolsun zalimler” diye haykırıyoruz, öte yandan evimizde İsrail menşeli ürünlerle sofralar kuruyoruz. Keşmir’in acısını konuşurken, Müslüman kardeşimizin dedikodusunu yapmaktan geri durmuyoruz.

Ümmetin Derdi Sadece Haber Başlığı Oldu

Müslümanlar olarak birbirimizin acısına duyarlıyız, evet. Ama bu duyarlılık, sadece ekran başında ve sosyal medyada kalıyor. Halbuki ümmet bilinci sadece duygusal bir bağ değil; aynı zamanda sorumluluktur. Rabbimiz buyuruyor:
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 110)

Peki bugün bu ayetin neresindeyiz? Biz ne zaman iyiliği emredip kötülüğü engellemeye çalıştık? Sadece uzakta olan zalimlere mi öfkeliyiz? Ya yakınımızdaki zulme karşı suskunluğumuz?

Bugün Gazze’ye dua eden eller, yatsı namazına kalkıyor mu? Keşmir için gözyaşı dökenler, yerli Müslüman kardeşi iş bulamayınca ne yapıyor? Mora için iç geçirenler, mahallesindeki ihtiyaç sahibine el uzatıyor mu? Ertirte’yi unutmayan hafıza, evladına İslam’ı öğretiyor mu?

Vicdanın Sınırı Yoktur, Olmamalı

İslam, coğrafyaya hapsedilemez. Zulmün haritası olmaz; mazlumun dini, dili, rengi olmaz. Elbette Filistin bizim derdimizdir, lakin aynı ölçüde Diyarbakır da, Van da, Hatay da, Arakan da, Yemen de bizim meselemizdir. Müslüman, tüm insanlığın derdiyle dertlenen kişidir. İmam Şafiî der ki: “Bir musibete üzülmeyen kişi, kalbinin ölüsünden korksun.”

Bugün kalplerimizi tekrar diriltmenin vaktidir. Sadece dış politikayla meşgul bir halk haline geldik. İçerideki adaletsizlik, yolsuzluk, ahlaki çürüme gözümüzün önünde yaşanıyor, ama biz gözümüzü uzaklara dikmişiz. İçimiz yanarken dışarıya perde çekiyoruz.

Son Söz: Ümmet Bilinci, Namazla Başlar

Ümmetin uyanışı, sokakta yürümekle değil, secdede ağlamakla başlar. Evimizde huzur yokken, ümmete barış getiremeyiz. Ailemizi ihmal edip ümmetten söz edemeyiz. Önce kendimizi inşa edeceğiz; ahlakımızı, ibadetimizi, kardeşliğimizi. Sonra ümmeti ayağa kaldıracağız. Zira Rabbimiz şöyle buyurur:
“Bir kavim kendini değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d, 11)

O halde gelin, ümmetin yarasına sadece uzaktan bakmayalım. O yaranın parçası olalım. Kalpten dua edelim, elimizle yardım edelim, dilimizle hakikati söyleyelim ve nefsimizle mücadele edelim. Çünkü Gazze’yi kurtaracak ordu, belki şu an abdestini düzenli alan bir çocuğun kalbinde büyüyor.

Selam ve Dua İle,
Zübeyt BOZKURT